'Çocuklar risk altında'
- 09:03 26 Aralık 2025
- Çocuk
Büşra Turan
WAN - Eğitim Sen Wan Şube Kadın Sekreteri Sema Aktaş, mesleki eğitim adı altında çalıştırılan çocukların yaygınlaştırıldığına dikkat çekerek, “Mesleki eğitimin işyerlerinde değil, okul çatısı altında ve güvenli eğitim alanlarında yapılması gerekiyor. Çocuk ucuz iş gücü olarak görülüyor. MESEM çocuk işçiliğinin yasal altyapısını oluşturmuş durumda” dedi.
Türkiye ve Kürdistan’da derinleşen yoksulluk, denetimsizlik ve eğitim politikalarındaki dönüşüm, çocukları giderek daha fazla güvencesiz üretim alanlarının parçası haline getiriyor. Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) üzerinden uygulanan modellerle çocuklar eğitim adı altında çalışma yaşamına sürüklenirken, ağır koşullar, uzun çalışma saatleri ve denetimsizlik çocukların yaşamını ve güvenliğini doğrudan tehdit ediyor. Anadilinde eğitim hakkından yoksun bırakılan çocuklar ise okul ortamında dışlanma, akran zorbalığı ve sistematik eşitsizlikle karşı karşıya kalıyor.
Bu tablo, çocukların “korunması” gereken alanların dahi istismar mekânlarına dönüştüğünü gözler önüne sererken, geçtiğimiz günlerde Meclis lokantasında çalıştırılan çok sayıda çocuğun tacize uğradığı ortaya çıktı. Olayla ilgili beş fail hakkında, “sarkıntılık yapmak suretiyle çocuğun cinsel istismarı” ve “çocuğa karşı cinsel taciz” suçlarından 16 yıl 6 aya kadar hapis istemiyle hazırlanan iddianame Ankara 57. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Wan Şube Kadın Sekreteri Sema Aktaş, çocukların eğitim alanlarında yaşadıkları zorluk ve sorunlara dair değerlendirmede bulundu.
Türkiye’de çalıştırılan çocukların uzun yıllardır süren yapısal bir sorunun sonucu olduğuna dikkat çeken Sema Aktaş, son yıllarda bu sorunun giderek derinleştiğini belirtti. Sema Aktaş, “Bu artışta ülkede var olan ancak dillendirilmeyen ekonomik kriz etkili. Ekonomik kriz ekseninde ailelerin çocuklardan katkı beklemesi ve gelir dağılımındaki eşitsizlik çocuk işçiliğinin artmasında önemli etkenler. Bunun yanı sıra denetimsizlik de bu durumu artırıyor. İşyerlerinde 18 yaş altı çocukların ağır koşullarda çalıştırıldığını görüyoruz ancak bu işyerlerine yönelik herhangi bir yaptırım söz konusu değil. Denetim yapılsa çocukların çalıştırılmasının önüne geçilebilir. Son yıllarda müfredat değişiklikleriyle birlikte MESEM sorunu ortaya çıktı. Mesleki eğitim yapılmasına karşı değiliz, ancak bu eğitimin okul çatısı altında verilmesi gerekiyor. Günümüzde ne yazık ki mesleki eğitim adı altında çocuk işçiliği yasallaştırılmış durumda, eğitim piyasalaştırılıyor. Biz Eğitim-Sen olarak bunun karşısındayız, Bakanlığa itirazlarımızı iletiyoruz. Çocukların işyerlerinde değil, güvenli bir ortamda, eğitim çatısı altında mesleki eğitim almaları gerektiğini savunuyoruz” dedi.
‘MESEM çocuk işçiliğinin yasal altyapısını oluşturmuş’
Sema Aktaş, hükümetin gelir dağılımında eşitliği sağlayacak politikalar üretmesi gerektiğini ifade ederek, sosyal devlet anlayışının etkin biçimde işletilmesi gerektiğini vurguladı. Çocuk yaşta çalıştırmaların yoksullaşmanın ve göçler sonucunda toplumda oluşan kırılganlığın etkili olduğunu kaydeden Sema Aktaş, “Çocuk ucuz iş gücü olarak görülüyor, bu politikaların desteklenmemesi lazım. Ancak bu politikalar denetimsizlikle destekleniyor, neredeyse MESEM çocuk işçiliğinin yasal altyapısını oluşturmuş durumda. Uyuşturucu kullanım yaşının ilkokul çağına kadar düşmesinin ülke genelinde farklı nedenleri var. Uyuşturucu satıcılarının mahallelere kadar girmesi, okul önlerinde yeterli güvenliğin olmaması ve çocuklara kolayca ulaşılabiliyor olunması çocukları hedef haline getiriyor. Çocukların daha kolay ikna edilebilmesi ve bağımlılık üzerinden sömürülmesi satıcıların işini daha da kolaylaştırıyor. Van özelinde baktığımızda ise bölgede sürdürülen savaş politikalarının çok ciddi bir etkisi var. Özel savaş politikalarıyla birlikte Van’da uyuşturucuya ve fuhuşa sürüklenen çocuk sayısı giderek artıyor, bu durum hem çocuklar hem de toplum üzerinde ağır sonuçlar yaratıyor” şeklinde konuştu.
‘Demokratik eğitim ortamı, olumsuz alanlara yönelme ihtimali azaltır’
Eğitim Sen’in uyuşturucu ve fuhuşla mücadeleye yönelik çalışmalarına dikkat çeken Sema Aktaş, Wan’da kurulan Şiyar Be Platformu’nu hatırlattı. Sema Aktaş, “Bu dayanışma hattı Van’daki tüm sivil toplum örgütlerinin, bu konuda duyarlılık gösteren tüm STK’ların içinde yer aldığı bir uygulama. Bu kapsamda mahallelerde kampanyalar ve çalışmalar yürütülecek, hem önleyici faaliyetler yapılacak hem de fark edildiği anda neler yapılması gerektiğine dair bilgilendirme çalışmaları gerçekleştirilecek. Ailelerin bu konuda çok bilinçli olması gerekiyor. Çocuklarında davranış değişiklikleri, öfke patlamaları, ilerleyen aşamalarda titreme gibi durumlar gördüklerinde dikkatli olmaları, çantasını kontrol etmeleri, fazla para harcamaya başlaması gibi durumlara karşı uyanık olmaları ve okul ile öğretmenle iletişimi sıkı tutmaları gerekiyor. Her şeyden önce önleyici aşamada aile içi iletişimin güçlü olması, ebeveynin çocuğu anlayan, gören bir yaklaşım içinde olması çok önemli. Okullara da büyük sorumluluk düşüyor. Sınav odaklı eğitim sistemi çocuklar üzerinde büyük bir stres yaratıyor, öğretmen ve aile beklentileriyle baş edemeyen çocuklar farklı yollara kanalize olabiliyor. Oysa daha demokratik bir eğitim ortamı, çocukların kendilerini sosyal ve kültürel alanlarda ifade edebilecekleri etkinlikler olsa, kendini görüldüğünü hisseden çocukların bu olumsuz alanlara yönelme ihtimali azalır” ifadelerini kullandı.
‘Ebeveynler mutlaka hukuki yollara başvurmalıdır’
Toplumsal değerlerin giderek aşındığını ve sosyal çürümenin derinleştiğini belirten Sema Aktaş, “Bunların dile getirilmesi elbette önemlidir ancak dile getirildikten sonra ihmal, istismar ve tacize uğrayan bir çocuğun vasisi, velisi ya da ebeveyni mutlaka hukuki yollara başvurmalıdır. Ne yazık ki bu alanlarda da ciddi yetersizlikler olduğunu görüyoruz. Takip ettiğimiz davalarda, gerek sosyal medyadan gerek sahadan aldığımız bilgiler neticesinde ailelerin bir şekilde yıldırıldığını, karşı taraf lehine vazgeçirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Vazgeçmeyip sürecin üzerine giden ailelerin davalarında ise faillerin çok cüzi cezalarla, indirim ve iyi hal uygulamalarıyla serbest bırakıldığını görüyoruz. Bu durum ihmal, istismar ve şiddetin artmasında ne yazık ki çok büyük bir etken” sözlerine yer verdi.
‘Önleyici ve tanımlayıcı çalışmalara ağırlık verdik’
Eğitim Sen’in çocuk haklarına yönelik çalışmalarına değinen Sema Aktaş, Eğitim Sen’in Wan’da çocuk komisyonun olduğunu ve aktif bir şekilde çalıştığını belirtti. Sema Aktaş, “Daha önceki yıllarda da ihmal ve istismara yönelik çalışmalar yürütüldü, ancak son iki yıl içinde daha çok önleyici ve tanımlayıcı çalışmalara ağırlık verdik. Çünkü hukuki alanda sınırlarımız var. Bu nedenle çocuk hakları komisyonu olarak öncelikle ihmal ve istismarın ne olduğu, buna maruz kalan çocukta görülen belirtiler nelerdir ve bir çocuk bize bu durumu anlattığında çocuğun tanıklığı üzerinden neler yapılabileceği konusunda okulda öğretmenler olarak çalışmalar yürüttük. Bu noktada her bir öğretmenin bilinçli ve duyarlı olması çok önemli ve biz bu konuda eğitimsel çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynı zamanda Van’da Çocuk Hakları Dayanışma Ağı kuruldu ve 22 Kasım’da deklarasyonu yapıldı. Bu dayanışma içinde duyarlılık gösteren birçok sivil toplum örgütü yer alıyor, biz de Eğitim-Sen Çocuk Hakları Komisyonu olarak bu ağın bileşenlerinden biriyiz” dedi.
‘Toplumsal cinsiyet eşitsizliği hat safhada’
Eğitimde eşitsizlik ve akran zorbalığının altını çizen Sema Aktaş, “İntiharlarda da belirttiğimiz gibi eğitim ne yazık ki eşit bir şekilde yayılmıyor, toplumsal cinsiyet eşitsizliği hat safhada. Eğitim-Sen’in temel ilkeleri arasında kamusal, anadilinde, bilimsel eğitim hakkı var. Kamusal eğitim her çocuğun eşit koşullarda eğitim olanağına erişmesini savunur. Ancak bugün kamusal eğitimden ülke olarak çok uzaklaştığımızı görüyoruz. Gerek özel eğitim ortamlarında gerek devlet okullarında giderek artan akran zorbalığı söz konusu. Akran zorbalığına maruz kalan ve buna karşı kendini güçsüz hisseden çocuklarımız azımsanmayacak oranlarda. Bu nedenle okullarda akran zorbalığına karşı sağlıklı sınırlar koymaya yönelik rehberlik çalışmalarının aktif biçimde yürütülmesi çok önemli. Çocuğun bununla mücadele edebilmesi için kendini güvende hissedeceği ortamların varlığı gerekiyor. Bu okulda öğretmeniyle, evde ailesiyle olabilir. Bu yönüyle aile içi iletişimin güçlü olması da büyük önem taşıyor” diye belirtti.
‘Hukuksuzluk ve liyakatsizlik toplumsal çürümeye yol açıyor’
Akran zorbalığının artışında, iktidarın politikalarının etkili olduğunu belirten Sema Aktaş, bu durumun dijital medya üzerinden çocuklara da sirayet ettiğini ifade etti. Sema Aktaş, “Geçtiğimiz günlerde bir ortaokul öğrencisinin ağzından birebir şu cümleyi duyduk: ‘Kadın öldürülüyor, adam iki yıl ceza alıyor çıkıyor da ben arkadaşıma bir laf söyledim diye ceza mı alacağım?’ Ne yazık ki hukuksuzluk ve liyakatsizlik toplumsal çürümeye yol açıyor, bunun sonucu olarak okullarda da akran zorbalığı artmış durumda. Akran zorbalığıyla baş edemeyen öğrenci, bir noktada intiharı kendisine çözüm olarak görebiliyor. Çocuk intiharlarında aile içi sorunlar, iletişimsizlik ve güvensiz ortamda yalnızlaşma önemli bir etken. Çocuk alınan kararlarda sözünün olmadığını, varlığının kıymetli görülmediğini hissedebiliyor. Çocuklara yönelik artan sorumluluklar ve beklentiler de bu çaresizlik duygusunu derinleştiriyor. Ancak çocuk intiharlarındaki artışı yalnızca aile içi ilişkilere bağlamak doğru değil, yürütülen politikalar, çocuk işçiliği, çocuk yaşta uyuşturucunun yayılması, ihmal, istismar ve taciz gibi sorunların giderek artması da intiharların bu paralelde yükselmesine neden oluyor” vurgusunda bulundu.
‘Çocuğun yetiştiği ortam da toplumdur’
Sema Aktaş, çocuklara yönelik artan sorunların cezalandırma politikalarıyla ele alınmasına karşı çıktığını ifade ederek, “Öğrencilerin öğretmenlere yönelik saygısız tutumları üzerinden toplumda ‘bu çocuklara ceza verilmeli’ şeklinde sesler yükseliyor. 11. Yargı Paketi’nde de çocukların cezalandırılmasına yönelik politikalar geliştirildiğini görüyoruz. Buna bir benzetme üzerinden yaklaşmak istiyorum. Saksıda bir çiçek soluyorsa çiçeği suçlamak ya da kesip atmak doğru değildir, çiçeğin bulunduğu toprağı değiştirmek gerekir. Çocuğun yetiştiği ortam da toplumdur, aile, okul ve toplumsal normlardır. En başta da vurguladığımız gibi toplumda bir çürüme, bir yozlaşma var. Yitirilen değerler, hukuksuzluk, liyakatsizlik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderek derinleşmesi bu sorunları besliyor” şeklinde belirtti.
‘Çocuğun üstün yararını gözeten politikalar yürütülmeli’
Wan özelinde çocukların yaşadığı sorunlara da değinen Sema Aktaş, anadilinde eğitimden yoksun kalan çocukların varlığına dikkat çekerek, “Wan’a yeni atanan ve çocukların dili olan Kurmancî ve Zazakîyi bilmeyen öğretmenlerin çocuklarla bağ kuramaması, çocukları olumsuz etkiliyor. Okul içinde kendini ifade edemeyen, varlığının rahatsızlık olarak görüldüğünü hisseden çocukların farklı alanlara yönelmesi söz konusu olabiliyor. Oysa bir çocuk yaşadığı toplumda öteki değil, var olan ve kıymetli olduğunu hissedebilmelidir. Bu nedenle çocuğun üstün yararını gözeten politikalar yürütülmeli. Hukuki kazanımlar da ancak çocuğun üstün yararı temel alınarak elde edilmelidir. 11’inci Yargı Paketi’nde ise ne yazık ki toplumsal yozlaşmanın faturasının kesilmemesi gereken bir yere, yani çocuğa yükleneceğini görüyoruz. Elbette suça sürüklenen çocuklar var ancak bunun nedenleri çok iyi araştırılmalı. Bu araştırmalar doğrultusunda belediyeler, sivil toplum örgütleri ve ilgili kurumlarla iş birliği içinde, ihtiyaç analizlerine dayalı, çocukların daha güvenli ortamlarda gelişimini destekleyecek politikaların etkin biçimde hayata geçirilmesi gerekiyor” sözlerine yer verdi.
‘Bir çocuk neden Meclis lokantasında staj yapıyor?’
Sema Aktaş, çalıştırılan çocuk ile birlikte artan cinsel saldırıların ciddi sorun alanı oluşturduğunun altını çizerek, “Yakın zamanda Eğitim-Sen Genel Merkezi’nin de açıklama yaptığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde lokantada çalışan stajyer bir çocukla ilgili yaşanan olayda olduğu gibi bu tür durumların çok hızlı bir şekilde üstünün kapatıldığını görüyoruz. ‘Bir iki kişinin kendini bilmez uygulaması’ denilerek gerekli cezaların verileceği söyleniyor ancak mesele bu şekilde geçiştiriliyor. Oysa bu olayların çok daha fazla üzerine gidilmesi gerekiyor. Bir diğer önemli soru ise bir çocuğun neden Meclis lokantasında staj yaptığıdır. Eğer usta-çırak ilişkisi söz konusuysa da çocuğun eğitim alacağı kişinin pedagojik donanıma sahip olması, öğrencisini bir işçi değil yetiştirdiği bir öğrenci olarak görmesi gerekir. Mecliste yaşanan olayda ise failin isminin açıklanmaması, ‘bilinçsiz kişi’ denilerek sürecin kapatılması ve bunu dile getirenlerin hedef haline getirilmesi, yürütülen politikalardaki çarpıklığın bu tür vakaları daha da artıracağını gösteriyor” diye konuştu.







